‘Yeni Normalde Gençlik, Kültür ve Sanat’ başlıklı söyleşide SUBÜ Konuşmaları’nın 9. konuşmacısı olan İsmail Kılıçarslan, “Kültür kasıtsız bir üretim biçimidir. Kasıtla kültür üretilmez. Ama kültürel üretim kasıtla etkilenebilir. Sen üretmez ve bunu topluma ulaştıramazsan bir başka toplum gelir ve kendi ürettiğini sana dayatır” dedi.
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 9. konuşmacısı ‘Yeni Normalde Gençlik, Kültür ve Sanat’ başlıklı söyleşiyle şair, yazar ve gazeteci İsmail Kılıçarslan oldu. Moderatörlüğünü SUBÜ Sakarya MYO Gazetecilik ve Habercilik Bölümü Başkanı Öğr. Gör. Zülfikar Özçelik’in gerçekleştirdiği söyleşide; yeni normal kavramı, pandemi ve sonrası süreçte gençlerin iş bulmasında bireysel eğitimin önemi ve kültür endüstri, kültür emperyalizmi ve kültürel iktidar gibi kavramlar üzerinde duruldu.
Tek bir normal vardır
Yeni normal kavramının duyduğundan beri tüylerini diken diken eden bir kavram olduğunu söyleyerek söyleşiye başlayan şair, yazar ve gazeteci İsmail Kılıçarslan, “Çünkü bu hali normal olarak kabul etmemiz bir tarafa, yeni normal olarak isimlendirmemiz eskiden yaşadığımız hayatın da normal bir hayat olduğunu önceliyor. İnsanın alışageldiği yaşama biçimlerini her dönemde normal kabul edersek insanın sürekli kendisine göre bir normal belirlediğini de kabul etmek zorunda kalırız. Oysa bütün normaller bir tanedir. Tek bir normal vardır. Ona yaklaştığımız ya da uzaklaştığımız ölçüde hayatımızı normal ya da anormal olarak adlandırabiliriz. Eski normalde normal kabul ettiğimiz şeyler arasında insanın fıtratının ve doğasının asla kabul etmeyeceği şeyler de vardı. Ama bu pandemi geldi ve eskiden bizim normal kabul ettiğimiz şeylerin tamamını normalleştirdi. Sanki önceden yaşadığımız hayat normalmiş de şimdi yaşadığımız hayat yeni normalmiş gibi oldu” diye konuştu.
Evde olmak yeni normale ait değil
İlk süreçte neredeyse 90 gün civarında bir tam kapanma dönemi yaşandığını hatırlatan Kılıçarslan, “Bu süreçte derhal ‘biz evde ne yapıyorduk?’ dedik. Eski normalde evlerimiz modern insan için kendi zevkine göre dizayn edilen bir otel gibiydi. Az önceki sorudan çok kısa bir süre sonra evde ekmek yapmayı hatırladık ve bunu büyük bir marifetmiş gibi sosyal medya hesaplarımızdan yayınladık. Oysa insanın en temel normali evin zamanına uygun şekilde var olmaktır. İnsan ekmeğini belki son 200 yıl hariç evde yaptı. Yani evde ekmek yapmak ya da evde var olmak yeni normale ait bir şey değil. Eski normale ait şeyler. İletişim 2020-2021 yıllarında insanlık tarihinde olmadığı kadar geriledi. Hiyeroglifle, dumanla, sümer yazıtlarıyla yazışan insanlar bu dilleri biliyorlarsa ne manaya geldiklerini de anlıyorlar. O dil iletişimin teminatı. Bugün ise dili biliyor olmak iletişimde kaldığımız manasına gelmiyor çünkü dil bilmek iletişimin çeşitlenmesinden hareketle bizatihi tuzağın kendisine dönüşüyor. Bir şey söylediğimizde muhatabımız mutlaka senin var oluşunla ve kim olduğunla ilgileniyor ve dili inkâr ediyor. Böylelikle ortada bir iletişim kalmıyor.”
İnsan sadece kendisi için öğrenir
Pandemi sürecinde motivasyonunu kaybeden insanların tuhaf bir dünyaya katılmış olacaklarını belirten Kılıçarslan, “Hedefini ve amacını kaybetmiş olacaklar. Eğitim-öğretim meselesi insan neyin eğitimini aldığını ve neyi öğrendiğini biliyorsa ölene kadar sürdürdüğü bir şeydir. İnsan çok parlak bir iş bulmak için eğitim-öğretim çabasına girişmez ancak bu çaba ona zaten parlak bir iş sağlar. Bizim ofisimizde ağırlıklı olarak gençlerden oluşan çok kabiliyetli 12-13 insanla çalışıyoruz. Ben bu insanlarla diplomaları için çalışmıyorum. Niğde Üniversitesi’nden mezun olmuş arkadaşımız da var Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olmuş arkadaşımız da hatta lise mezunu arkadaşımız da var. Benimle iş görüşmesi yaptıklarında kendilerini nasıl eğittiklerini ve kendilerine neler öğrettiklerini hesaba kattım. İnsan sadece kendisi için eğitim alır ve öğrenir. Bunun sonrasında iş ve güç nasip işidir. Ben ilahiyat eğitimi almış bir insan olarak meslek hayatımın ilk ciddi iş teklifini Kanal 7’den almıştım. Metin yazarı olmamı istiyorlardı. Çünkü dergilerde şiirlerim, öykülerim yayınlanıyordu. Yani kendim için öğrendiğim bu kabiliyetlerim meslek hayatımın başlangıcını teşkil etti” ifadelerini kullandı.
Kültür bir birikimdir
Kültürün bir toplumun toplumsal devamlılığını sağlayan üretim biçimliliğinin tamamı olduğunu vurgulayan Kılıçarslan, “Örneğin cenaze ya da düğün kültürümüz bizim toplumsal devamlılığımızı kasıtsız olarak sağlar. Bunun için emek sarf etmemiz gerekmez. Toplum olarak elde ettiğimiz bir birikimdir. Kültür kasıtsız bir üretim biçimidir. Kasıtla kültür üretilmez. Ama kültürel üretim kasıtla etkilenebilir. Kültür üretilen ama aynı zamanda tüketilen de bir şey. Kitap, film, dizi, müzik, plastik sanat, moda ve dijital kültür üretimi dünyanın en önemli endüstrileri arasında. Bunlar kültür endüstrisi kavramına giriyor. Endüstri varsa üreten de tüketim de ve tüketen tarafa bir şey satma isteği de vardır. Kültür emperyalizmi kavramı 20. yüzyıl boyunca özellikle sol aydınlar tarafından çokça tartışıldı. Daha sonra dünyanın mazlum coğrafyalarında tartışma konusu haline geldi. Kendine mahsus kültürü başka toplumlara çeşitli yöntemlerle empoze ederek o toplumların kültürünü ortadan kaldırmaya yönelik atılan her adım bu kavramın içine giriyor. Mesela bir ülkede kendi sinema filmlerinden daha çok başka ülkenin ürettiği sinema filmleri yaygınsa ve izleniyorsa orada bir kültür empozesinden söz edebiliriz. Sen üretmez ve bunu topluma ulaştıramazsan bir başka toplum gelir ve kendi ürettiğini sana dayatır. Böylelikle kendi yediğini, içtiğini, dinlediğini, giydiğini ve okuduğunu sana da giydirtmeye, yedirtmeye, içirmeye ve okutmaya başlar.”
Benzerlikler kapitalizmin hoşuna gider
Kültürel iktidar kavramına da değinen Kılıçarslan, “Bu kavram 1950’ler 1960’lar boyunca önemli entelektüeller tarafından tartışıldı. Seçimle, sandıkla ve halkın iradesiyle ortadan kaybolmayan bütün iktidar biçimleri kültürel iktidar biçimleridir. Hangi iktidarın ülkeyi yönettiğinden bağımsız olarak bir ülkede en zengin insanlar listesi değişmiyorsa o ülkede bir finansal iktidar vardır ve bu halkın tercihlerinden bağımsız olarak ilerler. Makyaj kültürü bizatihi bir kültürdür. Dünyada kabaca 8 milyar insan yaşıyor ve bunun 4 milyarı kadın. Makyaj neredeyse yüzde 100 oranında kadınlara mahsus. Makyaj malzemesi üreten bir firmanın hedef kitlesi bu 4 milyar kadın. Tüm pazarlama hedefini bu insanlar üzerinden kurmaya çalışır. Fakat kültür endüstrisi, kültür emperyalizmi ve kültürel iktidar eliyle erkeklerin de makyaj yapabileceği fikrini yaygınlaştırırsanız birden bire hedef kitleniz 8 milyara çıkar. Pamuktan ham kumaş elde etmek bir birimse, pamuktan boyalı kumaş elde etmek bir buçuk birimdir. 100 ton pamuktan tek renk kumaş elde edecekseniz maliyeti 1,15’e çekersiniz. Ama 100 ton pamuktan 100 ayrı renkte kumaş elde edeceksiniz bunun maliyeti çeşitlilikten 2 birime çıkar. Dolayısıyla insanlar keyif aldığı şeylerin birbirine benzediği bir dünyada kültür endüstrisinin ürettiği birbirine benzeyen ürünler kapitalizmin çok hoşuna gider.”