SUBÜ Konuşmaları’na konuşmacı olarak katılan SAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kemal İnat, “Şu anda belki de bir kırılma noktasındayız ve 21. yüzyıl bittiğinde Batı ana siyasi aktör olmayacak, Doğu Asya Batı’nın yerini alacak” dedi.
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 19. programına Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kemal İnat konuşmacı olarak katıldı. ‘Küresel Güç Dengeleri Değişirken Türkiye’nin Yeri’ başlıklı söyleşinin moderatörlüğünü SUBÜ Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Hilal Alpdoğan gerçekleştirdi. Söyleşide uluslararası hukuk ve güç arasındaki bağlantıdan hareketle ülkelerin ekonomik ve askeri güçleri karşılaştırmalı olarak ele alındı. Bu bağlamda güç dengesinin değişip değişmediği değerlendirildi. Daha sonra ise veriler ışığında Türkiye’nin kaydettiği mesafe ve attığı adımlar bağlamında yeni güç dengesindeki konumu mercek altına alındı.
Çin ABD’yi geçmeye başladı
Batı’nın uluslararası siyasal sistemde yaklaşık 300 yıldır devam eden bir üstünlüğünün söz konusu olduğunu kaydeden SAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kemal İnat, “Buna karşın son 20-30 yıl içerisinde bir meydan okuma söz konusu mu? sorusuna bir cevap aranıyor. Ben böyle bir meydan okuma olduğu kanaatindeyim. Uluslararası hukuk diye bir şey varsa uluslararası aktörlerin arasındaki ilişkilerin de hukuka göre şekillenmesi gerekirdi. Ama maalesef öyle olmuyor. Çünkü iç hukuktan farklı olarak yaptırım mekanizmaları çok fazla yok ve tamamlanmış bir ortak hukuk alanı oluşmamış durumda. Bu nedenle asıl belirleyici faktör güç. Amerika Birleşik Devletleri’nin en güçlü aktör olduğu uluslararası sitemdeki meydan okuma da yine güçle alakalı bir meydan okuma. Özellikle şu anda Çin daha çok ekonomik ve askeri güç unsurlarını iyileştirerek ABD’ye yetişmeye hatta bazı alanlarda geçmeye başladı. O yüzden güç dengelerinde bir kayma söz konusu diyebiliyoruz. Şu anda belki de bir kırılma noktasındayız ve 21. yüzyıl bittiğinde Batı ana siyasi aktör olmayacak, Doğu Asya Batı’nın yerini alacak” diye konuştu.
Japonya örneği unutulmamalı
ABD’nin gücüne meydan okuyan aktörlerin 3 kategoride değerlendirilebileceğini belirten İnat, “İlk kategoride Çin Halk Cumhuriyeti’ni söyleyebiliriz. 2. Kategoride Avrupa Birliği, Hindistan, Japonya ve Rusya yer alıyor. Bunlar Çin kadar ABD dominantını zorlayacak güce sahip olmasalar da potansiyellerini doğru yönetmeleri durumunda birincil aktör olabilme durumları söz konusu olabilir. 3. Kategoride ise şu an için ABD’nin ekonomik ve askeri üstünlüğüne karşı henüz meydan okuyabilecek güce sahip olmasalar da bir takım bölgesel güçleri sayabiliriz. Bunlar arasında Brezilya, Türkiye, İran, Mısır, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkeleri söyleyebiliriz. Bunları ilk iki kategoriden uzak olsalar da bölgesel güçler olarak potansiyel küresel güç adayları olarak ifade edebiliriz. ABD’ye yönelik ekonomik meydan okumada Çin özellikle 1990’lardan itibaren yükseldi. Yükseliş mütemadiyen devam ederse Çin zaten otomatik olarak en büyük ekonomik güç olacaktır. Japonya da 1995’te ABD ekonomisinin yüzde 71’ine ulaşmış ve böylesi güçlü bir yükseliş göstermişti. Ancak meydan okumayı tamamlayamadı.”
Türkiye büyük güçlerle farkı kapatıyor
Satın alma gücü paritesinin ülkelerin ekonomik gücünü gösteren önemli bir gösterge olduğunu vurgulayan İnat, “Bu kur esnekliğinden ve oynaklığından arındırılmış rakamları gösteriyor. IMF verilerine göre Türkiye 2002’den 2021’e 3,9 kat büyüme gösterdi. Çin ekonomisi 6, Hindistan ekonomisi 4,4 kat büyüdü. Türkiye en yüksek büyüme hızı gösteren 3. sıradaki ülke. Aradaki farkı kapatma noktasında ülkemiz ciddi bir fark ortaya koydu. 2010’dan sonraki süreçte dış politikada ciddi baskıların söz konusu olduğu şerhini de düşmek istiyorum. Çin ve Hindistan kadar büyüme gösterebilmek iyi olurdu ancak Batılı ülkelerin önünde bir büyüme var. Türkiye 2020 itibariyle Batı’nın birçok anlamda önde gelen ülkelerinden İtalya’dan daha büyük bir gayrisafi yurt içi hasılaya ulaştı. 1990 yılında Türkiye İtalya’nın yüzde 34’ü kadar bir ekonomik büyüklüğe sahipti. Batı tarafından baskılanan ama zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip olan İran 1990 yılında Türkiye’den büyük bir ekonomiye sahipti. Ancak şu anda Türkiye ekonomisi İran ekonomisinden 2,5 kat daha büyük durumda. 2002’de Türkiye ekonomisi Almanya ekonomisinin yüzde 28,8’i büyüklüğündeydi. 2021 itibariyle bu oran 59,3’e yükseldi. Yani Türkiye’nin büyük güçlerle arasındaki farkı kapattığını ve bazılarını geçtiğini görüyoruz” ifadelerini kullandı.
Savunma sanayi sınırlı imkânlarla gelişti
Türkiye’nin günümüzde özellikle döviz kurlarıyla ilgili ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadığını söyleyen İnat, “Ama satın alma gücü ve gayri safi yurt içi hasıla gibi rakamlara bakmadan Türkiye’nin gücünü ölçmemek gerekir. Çünkü gücü gösteren ekonomik göstergeler bunlardır. Maalesef İslam dünyası uluslararası siyasetin şekillenmesinde iyi bir konumda değil. Ancak İslam dünyasının Endonezya ve Türkiye gibi bazı örnekleri farkı kapattı. İran, Mısır ve Pakistan gibi ülkeler gelişme potansiyeline sahip. Ancak üzerlerindeki baskıyı ortadan kaldırma ve yaptırımlara karşı etkili politikalar geliştirmeleri durumunda uluslararası sistemde etkili güç olabileceklerini söyleyebiliriz. Mevcut durumda bundan biraz uzaklar. Türkiye bu konuda en çok sesi çıkanlardan. Uluslararası siyasal sistemin adaletsizliklerini, Birleşmiş Milletler’in yapısını, Güvenlik Konseyi’ndeki veto mekanizmasını eleştiren ve yeni ve daha adil bir uluslararası düzen kurulması gerektiği çağrısında bulunan bir ülke. Dış politikasına baktığımızda bir taraftan barışı destekleyen ve uluslararası hukuku savunan bir pozisyonda. Mesela Karabağ konusundaki tutum uluslararası hukuku savunan bir tutumdu. Ancak uluslararası ilişkiler daha çok güce göre şekillendiği için Türkiye’nin gücü de elde etmesi gerekiyordu. Bu bağlamda askeri anlamda da ciddi adımlar atıldı. Savunma sanayini sınırlı imkânlarla geliştirdi.”